20 Aralık 2012 Perşembe

Evlilik


Peki günümüzde evlilikler neden yürümüyor veya neden bu kadar çok boşanma olayı var?
Öncelikle diğer tüm yazılarımın okunmuş olduğunu varsayarak bu konuya giriyorum. (Yani bu şu demek okumadı iseniz önce onları okuyunuz :))
Bizim kuşağımız yani 70,80 ve hatta bazı 90 doğumlular öyle bir kuşak ki, bizler bu ülkede tam bir geçiş döneminde bulunduk. Yani “Ataerkil bir toplumdan, annenin ve babanın eşit söz sahibi olduğu topluma” geçiş süreci.
Bizim babalarımız ve özellikle onların babaları çok ataerkildi. Yani erkek çalışır eve bakar, kadın evde ev işlerini yapar, çocuk bakar, eşine hürmet eder sevgi duyar falan filan… Bu durum bizim babalarımız kuşağında biraz azaldı ama etkisini tam kaybetmedi. Bazı ailelerde anne çalışıyordu bazılarında ise çalışmıyordu; fakat durum hepsinde aynıydı anne ev işlerini aksatamazdı. Evin sorumluluğu onda idi. Baba ise ailesinin geçimin sağlamak ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak zorunda idi. Gece geç gelebilirdi, Nerde olduğunu söylemeyebilirdi. Çünkü babaydı.:) Haliyle bu tip ailelerde kadınlar çok çekti. Bu yüzden de özellikle kadının çalışmadığı ailelerde , kadınlar kızları hep şu tembihlerde bulundu; “aman kızım sen oku” “aman kızım benim gibi olma, erkek eline bakma” “aman kızım sen ayakta dur, birey ol” vb… Haliyle anne kızının yemeğini yaptı, odasını topladı, çamaşırını yıkadı, ütüsünü yaptı.Çünkü o anne kızının ev işleri yapmasından ziyade özgür, kendi ayakları üstünde durabilen, kendi parasını kazanan, özgüveni yüksek bir birey olmasını istedi. Bunlar çok güzel öğretilerdi. Peki hata nerdeydi? Aynı anne aynı evdeki oğluna da aynı kocası gibi davrandı. Onun da yemeğini yaptı, odasını topladı, çamaşırını yıkadı, ütüsünü yaptı.Çünkü o erkek çocuktu bunları zaten yapması gerekmiyordu. Şimdi siz aynı evde büyüyen bu erkek çocukla kız çocuğunu düşünün. Erkek; annesinden babasına yaptığı hürmeti, evi çekip çevirmesini, onlara bakmasını görmüş; ama kız da aynısını görmüş. Şimdi siz iki kardeşi bile evlendirseniz; biri diyor ki “yemeğim nerde”; öbürü diyor ki “kalk kendin yap, ben de sabahtan beridir çalışıyorum.” (Tabii ki örnekleri ve konuşmaları biraz abartarak veriyorum ama eminim sizler demek istediklerimi anlıyorsunuz.)
Bir düşünün bunlar aynı evde, aynı kültür, aynı zevkler, aynı öğretiler, aynı anne-baba ile yetişmiş erkek ve kadın. Bir de düşünsenize ayrı aileler, ayrı kültürler, ayrı zevkler aynı ev içinde birleşmeye çalışıyor. Bir de siz buna erkeğin ve kadının birbirinin fizyolojik ihtiyaçlarını anlamamasını ekleyin, bir de buna erkeğin ve kadının aşk hakkında beklentilerindeki farklılıkları ve bencillikleri ekleyin, bir de bunu sıralamasını bile yanlış yaşadığımız aşk tanımımızın olmayışını ekleyin, ve son olarak da konuşmama bencilliğimizi ekleyin; yani şimdi bu aştan bir mutlu birliktelik, veya bir mutlu evlilik beklemek mucize olur değil mi..
Umarım bu yazılarım sizleri biraz daha düşünmeye, biraz daha kendi başınıza kalıp iç hesaplaşmalara itiyordur. Çünkü biz insanlar düşünen ve gelişen insanlarız. Bunu konuşma yetimizle birleştirip niye daha iyi ve daha mutlu bir insan olmaya harcamayalım. Unutmayın evlilik bir oyun değildir. Sonunda meyvesi çocuk olan bir kurumdur.
Yani topluma sorunlu, psikopat ve dünyayı kötü bir hale getirecek çocuk da bırakmak sizin elinizde, dünyayı iyi ve yaşanılır bir hale getirecek çocuk bırakmak da sizin elinizde.
Unutmayın Hitler’de Atatürk’ de bir ana ve bir babanın eseri…

Aşk...


Öncelikle AŞK nedir?
Özellikle 70’li yıllardan sonra doğan çocuklar olarak bizler ihtilal çocuklarıyız. Yani biz kıtlık falan görmedik.Bizim gördüğümüz çok zor dönemlerden geçmiş olan Türkiye’nin Özal döneminde birden bire her şeye kavuşması. Yani sonradan görme bir ülke olmamız… Öyle değil mi? Yani düşünün kime sonradan görme diyorsunuz. Çok fakirken birden zengin olmuş, hırslı ve her şeye sahip olmak isteyen görgüsüz insana… Bu durumda bu işte biz oluyoruz. Yani bizim ailelerimiz böyle bir dönemden çıktıkları için bize ne istersek almak istediler ve her şeyi vermeye çalıştılar. Haliyle bizler de çocuklarımıza daha fazlasını..Peki ne mi oldu? Sonunda doyumsuz, bencil ve her şeyi tüketen bir toplum olduk…
Şimdi gelin bunu aşk ile bağdaştıralım..
Bu bizim arkadaşlıklarımızı ve ilişkilerimizi de etkiledi. Biz birini beğendiğimizde elde etmeliydik. Öyle ya çocukluğumuzdan beri ne istesek elde etmiştik, ya da sunulmuştu. Ama şimdi neden olmuyordu. Haliyle bu duygu yerini tutkuya ve hırsa bırak ti ki, işte bu “Kaçanı Kovalama Duygusuna” biz “AŞK” dedik.
İşte bu yüzden bizler bir ilişkiye başladığımızda ilk sözümüz “Seni Seviyorum” veya “Sana Aşığım” oluyor. Çünkü karşımızdakini elde etmek istediğimiz bir oyuncak gibi görüyoruz. Mutlaka benim olmalı diyoruz. Bu yüzden de çabuk aşık olup, çabuk tüketiyoruz. Aslında insanların aşık olması için belirli evreler geçmeli ama bizim ülkemizdeki sıralama şu 1- Aşık olma, 2- Çıkma, 3- Evlenme, 4- Sevişme-Cinsel ve tensel olarak birbirini tanıma (kaldı ki bazı durumlarda 3 ve 4 yer değiştirebilir), 5-Beraber yaşamayı öğrenme… Bu yüzden de hızlı aşklar, hızlı evlilikler ve hızlı ayrılıklar/boşanmalar yaşıyoruz. Peki başka kültürlerde bu durum nasıl? Onlarda bu sıralama: 1- Sevişme, 2-Çıkma, 3-Beraber yaşamayı öğrenme, 4-Aşık olma ve 5- Evlenme..Yani adamlar her şeyi hazmetmeden evliliğe geçmiyorlar.
Aslında aşık olmak ne demek, karşındakine güvenmek ne demek, bunların bile farkında değiliz. Karşımızdaki insanı bir çocuğun bir oyuncağı istemesi gibi istiyoruz. Peki sonra ne oluyor o insanı elde edince de bu defa başlıyoruz ona sınırlamalar koymaya, onu kısıtlamaya, ona gerekli alan tanımadan onu değiştirmeye. Erkek veya kadın (genellikle buradaki sazan erkek olur) ilişkiye başlar başlamaz kendinin çok zeki olduğunu düşündüğü için başlıyor kendini anlatmaya. Anlatıyor ki, karşısındaki insan onun neler sevdiğini öğrensin ve ona göre davransın. Tabii karşıdaki cin ise (ki bu genellikle kadındır) O’da başlıyor onun istediği kişi gibi davranmaya. Adam/kadın bu durumda tüm dost sohbetlerinde şöyle diyor “Ya ben hayatım boyunca böyle bir kadın/adam tanımadım.Benim bir kadından ne beklentim varsa hepsi o.” Evet o.. çünkü sen onu o hale soktun.O da seni kaybetmemek adına öyle biri oldu,ve en acısı bunun farkına vardıkları zaman aşk falan kalmıyor ve bir bakıyorlar ki ikisi de aslında birbirlerine tahammül edemiyor. Şimdi geçen zamana mı yanarsın, verdiğin emeğe mi yanarsın???
Aslında Tüm yaşamımızın içindeki etkenler kadar AŞK’da çok basit. Her insan biraz açık sözlü olsa, böyle oyunlara girmemek gerektiğini anlasa, karşısındakinin zekasına değer verse durumlar çok daha farklı, insanlar çok daha mutlu olabilir. Konuşmak gibi bir yeteneğimiz varken biz kalkıp hal ve hareketlerden karşımızdaki kişi adına durum ortaya çıkarıyoruz. Konuşmak karşındakine değer vermektir. Aslında Bencilliğimizden konuşmuyoruz…Aslında konuşan ve karşısındakine karşı pervasız olan bencildir değil mi…Bence öyle değil.
Neden mi? Bunu bir örnekle açıklamaya çalışıyım(tabii ki örnekteki benim, bende size karşı dürüst olayım değil mi :))
Son ilişkimde inanılmaz sevdiğim bir kız arkadaşım vardı. İlişkinin en başında (yazılarımdan da anladığınız üzere çenesini tutamayan bir adam olduğumdan ben ) ona bütün bu yukarıdakileri anlattım. Ve dedim ki bak ben insanları kendime aşık etmenin ve onları kendi istediğim hale sokmanın acısını çektim. Bu yüzden sen bana aşık olmayacaksın belki ama ben seni tanıyacağım ve bunu kendim hakkında bir şey söylemeden yapmaya çalışacağım (kaldı ki bu benim gibi bir adam için çok zor). İlişkimiz boyunca ne zaman bir sorun olsa ona karşı hep dürüst olmaya çalıştım. Aklımda olan ne varsa, keyif aldığım veya sıkıntı duyduğum ne varsa konuşmaya çalıştım. Bu böyle devam etti; ben hep konuşmak ve anlatmak taraftarıydım. Neyse ilişkimiz böyle karşılıklı diyaloglarla devam etti ve mutlu olduğumuz (veya benim öyle olduğuna inandığım) ilişkimize devam ettik. Ama hep bir sorun var gibiydi. Bana karşı hep bir tutuk ve hep biraz uzaktı. Bunu defalarca dile getirmeye çalıştım. Sürekli onunla konuştum.(Ama burada sanırım bir şey itiraf etmeliyim, belki de bende “onu kaybetmiyim ve hep beni sevsin” gibi “bencilce” duygularla belki de yeterince açık olamadım). Ama o kısa ve öz cevaplar verdiği için veya “O”da beni kırmamak adına kelimeleri seçtiği için ben onun yeterince kendini ifade etmediğini düşünüp hep sevgisini sorguladım. Haliyle bende soru işaretleri başladı ve bu soru işaretleri bir de baktım ki bütün bir ilişkiyi sardı.Ve sonunda son küslük döneminde uzun uzun düşündüm ve şu sonuca vardım. Bunların hepsinin temeli cinsel hayatımıza dayanıyordu.Ve bu bir tabu olduğu için Detaylıca konuşulamıyordu. ”O” o kadar isteksizdi ki, ben her “O” istemediğinde beni istemiyor diye yargılıyordum. Sonrasında da sevgisini sorgulamaya başladım. Beni öpmek bile istemez olmuştu. Acaba bu beni coşturmamak için miydi, yoksa sevgisi mi kalmamıştı? Haliyle sevildiği düşünmeyen her insan gibi bende her hareketini buna bağlayarak onu bunaltmaya başladım, ama o anda farkında bile değildim. Neyse sonunda aldım karşıma ve dedim ki “Bak canım bence bizim bütün sıkıntımızın temelinde bu yatıyor. Sen böyle davrandıkça ben senin beni istenmediğini düşünüyorum. Senin beni istemediğini düşündükçe de senin sevgini yargılıyorum. Tabii ki bu da ilişkimizi her tarafına yayılıyor. Ve ben senin sadakatini ve doğruluğunu bile sorgulamaya başlıyorum.Seni bunaltan bir adama döndüm ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor.Şayet “ben seninle keyifliyim ve mutluyum” diyorsan beraber bir doktora gidelim birilerine danışalım beraber savaşalım ve bu işi aşalım, ama yok diyorsan ki “ben senden önce çok mutluydum, hiçbir sorunum yoktu,sadece senle böyle oldu” o zaman hislerim doğrudur, bana sevgin kalmamıştır, ki bu durumda yapabileceğim bir şey kalmıyor”
Şimdi hikayenin sonu ne mi oldu???
“Ben artık kendime zaman ayırmak istiyorum” dedi ve ayrıldık.
Bütün bunları niye mi anlattım?
Burada  ilişki  varmış, yokmuş, sevmiş veya hiç sevmemiş değil mesele.Bakın bu kadar konuşabilen her şeye açık bir insan olan ben bile, şu anda halen beni sevip sevmediğini veya böyle bir sorunu olup olmadığını bilmiyorum. Ne kadar acı değil mi? Ayrıldığın kişi belki de bir ömür hayat arkadaşın olabileceğini düşündüğün biri ama sen, onun seni sevip sevmediğini bile bilmiyorsun. Buna rağmen ayrılık istedi diye kabulleniyorsun. Evet o istedi ama neden? Sen kafanda “O” nu suçluyorsun, sevseydi gelirdi, seven insan dayanamazdı diyorsun..Ama beklide “O” da kafasında seni suçluyor. Sonuç AYRILIK. Peki dönelim başa.DEĞER Mİ?
İşte biz bu ülkede ilişkilerimizi yaşarken bazı şeyleri konuşmaktan çekiniyoruz. Halbuki karşında seni deli gibi seven bir adam/kadın var. Seviyorsun sorun cinsellik mi? söyle, bıktın mı ondan? söyle, sevgin mi kalmadı? Söyle,…Aklında ne varsa, sorun her ne ise, sevgin ne durumda ise SÖYLE. Sana bu konuşma yetisi karşındakine kendini daha iyi ifade et diye veridi.Konuşmayarak insanları, emin olun daha az incitmezsiniz. Aksine daha çok incitirsiniz. Herkesin yaşanmışlıkları, düşünceleri ve ilişki hakkında beklentileri farklıdır. Çünkü herkes farklı farklı hayatlar yaşayarak farklı farklı donanımlar ve tecrübeler edinerek o yere, o yaşa gelmiştir. Sen konuşmazsan o kişi seni, kendi yaşanmışlıklarına göre yargılar. Yani severken, beraberken, ayrılırken tek yapmamız gereken karşımızdakine her koşulda çok dürüst ve çok açık olmak. Unutmayın karşınızdaki AŞKIM dediğiniz ve çok şeyler paylaştığınız kişi. Aslında ne kadar çok konuşur ve ne kadar açık konuşursanız, onu o kadar az incitirseniz. Ama tabular, bazı şeylere utanmak, bazı konulara değinmemek daha az kırıcı olmak demek sanıyoruz ama emin olun değil. “SENİ ARTIK SEVMİYORUM” demeniz bile aslında o insana değer vermenizdir. O insanın sizden bir şey beklemeden hayatına devam etmesine izin vermektir. Ama maalesef ki baştan beri anlatmış olduğum bencilliklerimiz buna müsaade etmiyor. Çünkü biz hep elde eden olmak istediğimiz gibi her zaman da sevilen olarak kalmak istiyoruz. Bu tarz düşüncelerimiz olduğu için de karşımızdakine açık olmuyor, bunun adına da “kırmamak için konuşmadım” diyoruz. Aslında her şey bu hayatta çok basit..
Biz bu bencilliklerimizden, bu tüketici zihniyetimizden biraz sıyrılabilsek; biraz daha fazla karşımızdaki insan gibi düşünebilsek sadece AŞK hayatımız değil, hayatımızın bütün aşamaları daha keyifli daha sorunsuz ve aslında daha az KIRICI olur.
Konuşarak anlaşın, Anlaştıkça KONUŞUN…..

2 Aralık 2012 Pazar

Aldatma


Evet gelelim niye aldatırız konusuna. Aldatmanın da tabii ki yüzlerce sebebi vardır. Erkek ve kadın için sebepler farklılık da gösterebilir aynı tarz sebepler de olabilir. Ama işin yine özüne inecek olursak, içgüdülerimiz yani hayvansal dürtülerimiz yine devreye girecektir.

Kadın aldatıyorsa durum ciddidir. Yani aldatılan erkek artık tamamen o kadının gözünden düşmüş ve bitmiş demektir. Kadın artık bir arayışa girmiş kendine daha güçlü (güçlü kelimesinden kastımı diğer yazıdan anladığınızı varsayıp her sefer uzun uzadıya açıklamayacağım.) birini aramaktadır. Bu yüzdendir ki kadınlar çok zor aldatır.Çok uzun düşünür, değmeyecek hiçbir riske girmezler. Bu yüzdendir ki kadın aldattı mı tam aldatır. Çünkü artık başka bir teni de kabullenmiştir. (Günümüzdeki saçma sapan ilişkileri dikkate almayarak konuşuyorum.Çünkü bence o sadece bir geçiş dönemi çılgınlığı.Kısa sürede de bitecek..Bu konuya da “GEÇİŞ DÖNEMİ” başlıklı yazıda değinelim bari…) Ki başka teni kabullenmek bir kadın için çok zordur. Bu yüzden de kadınlarda genellikle aldatmanın geri dönüşü olmaz.

Erkeklerde ise durum farklıdır. Erkeğin içgüdüsü,yani kaba tabiri ile hayvansal dürtüsü, mümkün olduğu kadar çok sperm yaymasını ve çoğalmasını söyler, alttan alttan. O seçici değildir. Çok ince eleyip sık dokumaz. Güzelse ve bir de seksi ise bu özellikler yeterlidir onun için. Çünkü onun dürtü farklıdır.Bu yüzdendir ki, erkeklerin beyninin cinsel organının himayesinde olduğu sürekli söylenmektedir :) Ama erkek bir kadın gibi aldatmaz. O hala esas kadına sonsuz bir sevgi ile bağlı kalmaya devam edebilir. Başka bir kadın, onun esas kadına sevgisini değiştirmez. Çünkü erkeğin başka kadınla yatması, onun için tuvalete gitmek kadar basit bir ihtiyaçtır. Bugüne kadar bunları söylediğim kadınların çoğu buna itiraz ettiler. Sadece bir kısmı bunun farkındaydı ki, bence işte onlar mutlu evliliğin sırrını çözmüş olanlardı. (Kadınlar size nacizane bir tavsiye: “Eğer erkeğinizi, sizi aldatma tehlikesi olan bir yere gönderiyorsanız, onu engellemek veya kısıtlamak yerine, ona gitmeden önce çok iyi bir sex yaşatın.Unutmayın ki tuvaletini yeni yapmış birinin uzun süre tuvaleti gelmez :) ….)

Aldatma tabii ki iyi bir şey olamaz. Mutlaka bir sorun vardır bu yaşanmıştır. Benim bunları yazma amacım aldatmayı meşrulaştırmaktan ziyade insanlarda bir farkındalık yaratmaya çalışmak. Pek çok arkadaşın eşlerini sevmelerine rağmen sırf kötü sex yüzünden boşandı. Bazı şeyler tabu olduğu için konuşulmadığından. Dilerseniz bunları da EVİLİLİKTEKİ SORUNLAR....başlıklı bir yazıda yazmaya çalışalım..

Hayvansal İçgüdü

Hayatımız boyunca en çok duyduğumuz şey erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri anlamadığıdır. Hepimiz anlaşılamamaktan şikayetçiyizdir. Peki nedir bunun sebebi. Bence bunun sebeplerine başlamadan önce yaratılışımıza ve içgüdülerimize bir bakalım derim
Öncelikle yeryüzündeki tüm hayvanlara dikkat edelim. Hemen hemen hepsinde  dişi  seçicidir. Yani tüm erkekler dişilerin etrafında pervane olur ve kendini beğendirmeye çalışır. Ama dişi seçer. Erkeğin bir fonksiyonu bu aşamada yoktur. Dişi, annelik içgüdüsü ile yavrularına en uygun babayı seçer. Tabii ki bu havyalar için; en sağlıklı olan (bunu anlamak için tüylerine , dişlerine, duruşuna, yürüyüşüne vb. pek çok şeye bakar dişi) ve en güçlü olan  erkeği bulmaktır. Çünkü yavrularının da sağlıklı ve güçlü olmasını ister. Ayrıca erkek güçlü olmalıdır ki  yavrular büyüyene kadar onları diğer canlılardan koruyabilsin. Dünyaya gelen her canlı bir başkasının hayatta kalabilmesi için yemektir aynı zamanda. Peki erkek ne düşünür. Erkek için de tek bir içgüdü vardır. Mümkün olduğu kadar çok sperm yaymak. Yani çoğalmak, neslini devam ettirmek. Bunun için de dişiye ihtiyaç duyacağı için erkek bu içgüdü ile dişiye kendini beğendirmeye çalışır. (hiç kız arkadaş bulamıyorum diyenler, bunları dikkatli okuyun :)..) Bunu yapabilmek için de en başta güçlü görünmelidir. Bulunduğu toplulukta gücünü ispatlamış olmalıdır.Sağlıklı olmalıdır, ki iyi bir DNA’ya sahip olsun.

Şimdi buradan yola çıkarak insanlara bakacak olursak erkek bu yüzdendir ki varoluşundan beridir sürekli çalışır. Bu yüzdendir ki erkek, içgüdüsel olarak hep güçlü olması gerektiğini, para kazanması gerektiğini, ailesini koruması ve yaşatması gerektiğini hisseder. Bu yüzdendir okullarda hep kızlar için kavgalar edilir, en popüler olma yarışlarına girilir. Kadınlar da haliyle seçen taraftır. Yani erkeğine bakar; becerikli mi, güçlü mü (ki buradaki güç sadece hayvansal güdü olan kaba kuvvet değil. Günümüz şartlarında maddiyat da bir güç öğesi), ona sahip çıkabilecek mi? Peki kadının bunun için yapması gereken güzel olması, ve seksi olması. Bu yüzdendir ki kadınlar her zaman giyimleri kuşamları hakkında çok titiz ve dikkatlidirler. Bu yüzdendir ki her zaman beğenilmek ve her zaman güzel görünmek isterler. Çünkü ne kadar güzel ve alımlı olurlarsa o kadar çok erkek arasından ideal BABA adayını seçebileceklerdir.

Zavallı erkek…

Bunca yıl boyunca kendini hep çok yakışıklı ve çok çapkın sanmıştır. (Şahsen benim bu acı gerçekle yüzleşmem 25 ‘li yaşlarımda olmuştu.O zaman kadar kendimi çok yakışıklı ve çok çapkın sanmaktaydım. Her istediğim kadını ikna edebileceğime, hepsinin zayıflıklarını konuşarak bulabileceğime ve bu sayede de istediğim her kadını elde edebileceğimi sanırdım. Bu hikayeye daha sonra geleceğiz :)… ) Ama aslında o sadece seçilendir ve kadın onu, belki kendinin bile farkında olmadığı, birkaç sebepten seçmiştir.

Bu yüzden “paragöz kadın” ve “çapkın erkek” söylemleri hiçbir zaman bitmeyecektir. Aslında ne erkek çapkın, ne de kadın paragözdür. Bu içgüdüsel bir dürtüdür. Erkek üremek, çoğalmak ve neslini devam ettirmek, kadında çocukları için iyi bir gelecek ve iyi bir baba ister. Özü budur…
Bu yüzdendir ki erkek de kadın da aldatır…


Devamını “ALDATMA” başlıklı konuda bulabilirsiniz.

21 Kasım 2012 Çarşamba

Haydi Tanışalım ....


Merhaba tüm bu blog sayfamı ziyaret edenler.Öncelikle hoşgeldiniz. Bu blog sayfasında herşeyden konuşmayı planlıyorum. Bolca aşk, bolca siyaset, köşe yazıları, komik olaylar ve fıkralar, hepimizin etrafta konuştuğu Türkiye üzerindeki oyunlar veya komplo teorileri, yani aklına gelebilecek ve günlük hayatta karşılaşabileceğimiz herşeyi burada konuşabiliriz. Zaman içinde burada oluşacak klasör  başlıklarından da zaten nelerden ne kadar gevezelik yapmış olduğumu hep beraber göreceğiz. Şimdilik herkese ve herkesin yoruymuna açık olan bu blog, kimse terbiyesizleşmediği sürece öyle kalacaktır. Resmimi veya diğer bilgileri vermeme nedenim, çirkin veya asosyal biri olmadan kaynaklı değil bundan emin olabilirsiniz. Fakat en ufak detay internette benim bulunmamı kolaylaştıracaktır, Bu yüzden sanırım tanınmama daha iyi olacaktır.